Moleskine kara kaplı defter: Özellikle kara kaplı olması gerekir.
Diğer renkler “business” değildir, karizmayı düşürür. Defterin sayfaları çizgisiz olmalıdır. Çizgili defter kullanmak, “adam yönetici olmuş hala çizgisiz cetvelsiz doğru düzgün yazamıyor” imajı verebileceğinden genellikle tercih çizgisizden yana olur.
Toplantı başlangıcında deftere tarih, toplantı adı ve katılımcıları yazmak profesyonelliği ifade eder. Hatta toplantı katılımcılarının masanın neresinde oturduğunu gösterenküçük bir çizim ilgili Toplantı İnsanı’nın algısını Nirvana’ya yükseltir.
Mont Blanc veya Cross kalem: Toplantı esnasında masaya konulur sadece çok önemli bir kaç satır yazılır. Böylece insanlar, sizin ne kadar zeki olduğunuzu, herşeyi anladığınızı ve özet olarak bir iki cümle yazdığınızı düşünür. Toplantı katılımcılarından kalemi farketmeyenler için kalemin mürekkebine bakılır, açılır içi çıkarılır vs. Böylece herkes kalemi tüm özellikleri ile gözlemleyebilmiş olur. Yazının tamamını okuyun (read more) »
Konumlar önemlidir. Ama onu bilgelik ile kazanmamışsan saltanatın kısa sürer.
Ünvanlar kıymetlidir. Ama ilişkiler daha kıymetlidir.
İçeriksiz tarza kanmam. Ama tarzsız içeriği de dikkate almam.
Sistemlere yatırım yaptık. Ama sen onun arkasına saklan diye değil.
Cehennemin yolları iyi niyet taşlarıyla değil, sıradanlık taşlarıyla örülmüştür.
Kontrol zaruridir. Ama insanları değil, sadece durumları kontrol edebilirsin.
Mükemmel, iyinin düşmanı değildir. İyi, vasatın en sadık dostudur.
Kurallar düzenin şartıdır. Ama kurallara saplanıp kalmamak ilk kuralımızdır.
Otoriteni kabul ederim. Ama kalbimde buna hak kazanmışsan.
Tabii ki önemlisin. Ama özür dilerim, dünyanın merkezinde değilsin.
Mükemmel değilim ama özür dilemeyi bilirim.
İş tanımlarına karşı değilim. Ama kendini aşmaya niyetin varsa.
Hepimiz eşitiz. Ama bazılarımız daha eşit.
Katılmıyor musun? Bu meseleyi Tanrı’yla hallet, benimle değil.
Ben insaf ederim. Ama müşteri etmez.
Hoşgörüsüzlüğe bile hoşgörü gösterebilirim. Ama sen de gayret göster biraz.
Yeteneğine hayranım. Ama deneyimimi yabana atarsan kapılar kapanır.
Yükselmek güzel bir duygu. Ama yücelmek çok daha müthiş bir duygu.
Anlaşılmak mı istiyorsun? O zaman önce anlamaya çalış.
Stratejistler önemlidir. Ama kreatifler daha önemlidir. Üzgünüm.
Evet, ortam kaotik. Ama köşe kapmaca oynamaktan daha keyifli değil mi?
Bana sorun da getirebilirsin, çözüm de. Ama fikir getirirsen berhudar olurum.
Ödüllere inanırım. Ama çıtayı indiren değil, yükselten ödüllere değer veririm.
Yanlış biliyorsun. Patron seni yönetmez, sen patronunu yönetirsin.
Kediler de eğitilir. Ama biraz sabır lütfen.
Kapris çekerim. Ama sadece buna değiyorsan.
Eleştiriye açığım. Hele özeleştiri yapmayı bilen birinden gelirse.
Rasyonel kararlar verebiliriz. Duyguları işin içine karıştırdığımız sürece.
Yanlış benzetme. Bu bir maraton değil. Maratonların finiş çizgisi vardır.
Sanayinin çilekeş duayenleri
Sanayimizin ‘görünmeyen’ duayenlerinin geçmişten geleceğe çilekeş köprüler kuran ilginç hikâyeleri. Nostalji ve nasihat dolu bir tutam serencam…
1930’lu, 40’lı yıllar. Eskilerin deyimiyle ‘yokluk’ dönemleri. İkinci Dünya Savaşı’nın dünyayı kasıp kavurduğu, savaş yorgunu bir yüzyılın en karanlık dilimi. Avrupa’da kıyamet provalarının yapıldığı böyle bir zamanda, İstiklal Harbi’nden zaferle çıkan genç cumhuriyet bir yandan yeniden yapılanma süreci yaşarken, diğer yandan kendini yeni savaşlardan korumanın mücadelesini vermektedir. Ülke, İkinci Dünya Savaşı’nın dışında kalmıştır kalmasına; ama bunun bir bedeli de olacaktır elbette. Dış dünyadaki yokluk ve kıtlık, buna karşılık sınırları korumak için yapılan harcamalar, içeride büyük bir yıkım getirmiştir. Aksiyon işte bu dosyada, bahsettiğimiz sancılı dönemi iliklerine kadar yaşadığı hâlde ayakları üzerinde durmayı başarabilen, bununla da yetinmeyip üreterek sanayileşen ve ülkenin bugün 100 milyar doları aşan ihracatının temellerini atan girişimcilerin hikâyesini ele alıyor. Yokluk döneminde girişimci olmanın ne demek olduğunu onlar çok iyi biliyor. Ve onların öykülerinden yeni nesil işadamlarının öğreneceği çok şey var. O dönemin tanıkları bu dosyadakilerden ibaret değil elbette! Burada daha çok, medya gündemine fazla gelmemiş, hayatları kitaplara konu olmamış işadamlarını ele almayı tercih ettik. Yazının tamamını okuyun (read more) »
Schweppes’in kısa film festivalinden diyagsuz ne söylenmek istedğini mükemmel bir şekilde anlatan ksıa filmini paylaşmak istedim.
” http://www.schhh.com.tr/ ” adresinden de ”Schweppes-Senin Hikayen Ne?” sitesine ulaşarak ”İşaretler”i izleyebilir ve bunun yanısıra diğer dört kısa filmi de izleyip alt yazıyla takip edebilirsiniz.
İyi seyirler…
Gece karanlık mavide. Bir sokak lambası, iki beyaz ışık. Mutluysan ışık yüreğinde emekler, dertliysen işler biraz karışık. Yani iki omzunda iki yavru serçe. Birisi yem bulmaya uçar sabah, diğeri “Akşam olsun da lamba yeniden yansın!”ı bekler…
Bir ahşap kapıdır açmak için uzandığın. Eşiğinde üç ateş, üç saksı. Üçünde de küstüm çiçekleri. Hemen tepelerinde üç leylak, ağustosta yağmuru bekler. Şubatta, merdiven dibine serçeleri bırakır toprak…
Küçüktüm, aklım ermezdi; yağmur yaprakları sevmiyormuş gibi gelirdi bana. Önce bir güzel, bir yeşil güldürürdü çünkü, sonra çekip giderdi toprağa. Yaprakların hep yere bakışları bundandır diye sonbaharda gülemezdim. Meğer yağmur da tutacak kıyıları yok diye yapraklara darılırmış. Her sonbahar toprağın koynunda barışırlarmış.
Toprak dediğimse yüreğimde bebek,
gözlerimde çocuk,
yere mi bakar göğe mi,
bilemezdim…
Kışı delip geçerdi bahar, kır çiçeklerinden anlardım. Yüzlercesinin arasından sadece gelincik ve çiğdemin adlarını bilirdim. Gelinciği öpüp alnıma koyar, çiğdemin soğanını yerdim. Ayaklarımın dibinden bir tosbağa geçerdi, inadına inadına kaplumbağa derdim.
O bulduğu yemeğine gülümserdi, ben kendime…
Yağmur da dolu da baharın ortasına yağardı. Gelincikler doluda kırılırdı, çiğdemler yağmurda. Yüreğim saçaklı çatı; sığınmıyorlar diye darılırdım…
Şimdi anlıyorum; çocukluğumu değil ben, darılmayı özlüyorum…
Sevgi acemisiyim ben.
Hüzün hüzün severim seni,
sonbahar sonbahar.
Az sonra kar yağacak kumruların kanatlarına.
Onlarla birlikte donacağım,
son umudum;
kimbilir,
senin adın
belki
ilkbahar?..
Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…
– Birincisi, İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan iki davranışı nedir ?
Eflatun tek tek sıralamış,
Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler
Ne var ki çocukluklarını özlerler
Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler.
Yarınlarından endişe ederken bugünü unuturlar.
Sonuçta, ne bugünü, ne de yarını yaşarlar.
Hiç ölmeyecek gibi yaparlar.
Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.
Sıra gelmiş ikinci soruya; -“Peki sen ne öneriyorsun?”
Bilge yine sıralamış,
Kimseye kendinizi “sevdirmeye” kalkmayın !
Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi “sevilmeye” bırakmaktır.
Önemli olan; hayatta,”en çok şey’e sahip olmak” değil,”en az şey”e ihtiyaç duymaktır.